Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.38
Maalesef benim için hayal kırılkığı olan bir kitap oldu. Yazar aynı olayları şişirip şişirip farklı karakterlerle önümüze sunmuş resmen. Karakterler değişiyor ama olay örgüsü full aynı. Evrende prensesler olmasa kaçırmak için kimi bulurlardı orası muamma. Evet, macera olmasına var (bi zahmet olsun prenses kaçırıyorsun sonuçta ahahhs) ama kendini çok tekrar ettiği için okuma açısından zevk alamadım.
İlk hikayemizde Dejah Thoris, John Carter ile dolaştığı Helium ormanında aniden ortadan kaybolur.Pew Mogel adlı, Ras Thavas’ın yapay adamlarından biri şeytani planlarını gerçekleştirmek için koz olarak kaçırmıştır prensesi.Amacı Helium’un demir madenlerine el koyup kendisine gemiler yapmak ve Mars’ı işgal etmek.Böylece prensesini kurtarmak için yola çıkan John Carter kendisini antik Korvas şehrinde, koca dev Joog, insan beyinli beyaz maymunlar ve vahşi sıçanlarla sarılı buluverir.
İkinci hikayemizde ise John Carter kendisini, iskelet adam görünümündeki Morgorlar tarafından Jüpiter’e kaçırılırken bulur.Sebebi ise Mars’ı işgal etme planlarında Helium’u kullanmak.Tabi ki John Carter buna izin vermeyeceğini çok net bir şekilde Jüpiter’lilere belli edecektir.
Böylece serinin sonuna geldim.Gelelim eleştirilere, her kitapta bir kadının kaçırılması ve erkek karakterlerin o kadını kurtarmak için bir sürü maceraya atılması.Hele ki Dejah Thoris o kadar sık kaçırıldı ki bu durum bezdirdi bir yerden sonra.John Carter’ın her yerden ve durumdan kolayca kurtulabilmesi, bir yumruğuyla uzaylıları veya vahşi hayvanları yere serebilmesi, her savaşta dövüşte galip gelmesi, bir atlayışıyla metreleri aşması vs. gibi absürtlükler gırlaydı.Boşuna Cüneyt Arkın’ı andırıyor demiyordum yani.Kadınlar ise hep birilerinin karısı olmak için kaçırılan vb. olarak yazılmış.Bunlar dışındaysa gayet güzeldi de aynı zamanda.Kafa dağıtmalık, konu olarak değişik bir şeyler okumak isteyenler için ideal ama olmazsa olmaz bir seri de değil.
Horz, Mars’ın en eski ve en büyük ölü şehirlerinden biri.Sosyallikten sıkılıp biraz inzivaya çekilmek isteyen John Carter buraya geliyor uçağıyla ve burada Pan Dan Chee ile tanışıyor.Eski ölüleri barındıran bir macera yaşadıktan sonra torunu Llana’nın da onlara katılmasıyla yollara düşüyorlar.
Bu sefer kendilerini Kamtol’da siyah korsanların arasında buluyorlar ve burada da ilginç incelemelerin başlarına açtığı belalarla ve dövüşlerle mücadele ettikleri bir başka macera yaşıyorlar.
Sonrasında torununu tam evine yani Garhol’a getirdi derken şehrin Panarlı Hin Abtol tarafından sarıldığını öğreniyorlar ve buradan Pankor’a uzanan bir başka macera daha yaşanıyor.
En son olarak kendilerini Invak adındaki görünmez insanlar barındıran bir şehirde buluyorlar, bu insanlar içtikleri bir hap sayesinde düşmanları tarafından görünmüyorlar.Derken burada da başları belaya giriyor ve bol görünmezlik içeren bir kaçış macerası daha yaşanıyor.
4 ayrı maceradan oluşan bu kitabı yine keyifle okudum.Böylece artık sırada serinin son kitabı var.
Ras Thavas’ı, Mars Dehası kitabında tanımıştık, şimdi ise tekrardan onunla yeni bir macera yaşayacağız, tabi ki yine onun enteresan icatlarıyla baş etmek zorunda kalacağız.John Carter onu arıyordu çünkü Dejah Thoris bir uçak kazasında ciddi bir şekilde yaralandı ve bilinçsizce yatıyor, onu iyileştirebilecek en iyi ve tek cerrahsa Ras Thavas.Böylece onu bulabilmek için yanına aldığı askeri Vor Daj’la birlikte Duhor’a doğru yola çıkıyor.
Ancak uçağın rotasının hafif sapmasıyla kendilerini Phundahl’da buluyorlar.Burada ise hormad adlı Frankestein vari ilginç canlılarla karşılaştılar.Çok geçmeden bu canlıların Ras Thavas’ın eseri olduğunu ve kendisinin bile bu canlıların esiri haline geldiğini öğrendiler.John Carter amacına ulaşmış ve onu bulmuştu, gelelim Vor Daj’a.Bir başka tutsak olan Janai’ye anında aşık olan askerimiz delice bir karar verir.Ona göz kolayca göz kulak olabilmek için beyninin bir hormadınkine nakledilmesini ister Ras Thavas’tan, o da onu kırmaz, böylece destansı bir aşk mücadelesinin içinde buluruz kendimizi.Vor Daj çevresindeki bunca tehditle mücadele ederken bir yandan sevdiğini koruyabilecek mi, peki kendi bedenine tekrar geri dönebilecek mi?
Yine oldukça ilginç canlılarla tanıştığımız, savaşlar verdiğimiz, aşkı için her türlü mücadeleyi vermeye hazır bir başka karakterin hikayesini okuduk, güzeldi.
John Carter, Zodanga’ya doğru yola çıkıyor, amacı ise Ur Jan ve onun suikastçılar loncasını ortadan kaldırmak.Bunun için kılık değiştiriyor, tenini boyuyor ve adının Vandor olduğunu söylüyor, böylece Ur Jan’ın bir başka düşmanı olan Fal Sivas adlı mucidin yanında işe başlıyor.
Her şey planına uygun giderken ve suikastçılarla ilgili bilgi almaya başlamışken bir gün Ur Jan’ın planlarını duyuyor.O planlar ise Dejah Thoris’i, yani biricik aşkını fidye için kaçırmak, hem de asla bulunamayacağı bir yere, Mars’ın aylarından biri olan Thuria’ya ve bunu başarıyorlar da.Fal Sivas’ın ise ilginç bir icadı var, mekanik beyinle çalışan, yani beyin dalgalarıyla verilen emirleri yerine getirebilen bir uçak.İşte bu tam da John’un işine yarayan bir şey çünkü böylece karısını kurtarabilir.
Thuria’ya vardıklarında ise kurtarma görevi tutsaklığa dönüşüyor.Mars’tan Thuria’ya uzanan bu inanılmaz yolculukta Taridlerle, Masenalarla, ihanet, kıskançlık ve yalanla kuşatılmış bir maceraya hazır mısınız?
John Carter’ın bu seferki macerası öncekilere nazaran çok daha güzel ve farklıydı bence.Yine keyifle okudum.
Hastorlu Tan Hadron fakir bir askerdir.Komutanının kızı Sanoma Tora’ya deliler gibi aşıktır ancak kız zengindir ve gözü de zengin bir koca bulmaktadır.Zengin kız, fakir oğlan karmaşası anlayacağınız.
Bir gece Sanoma Tora bahçede gezinirken, gizemli bir uçak tarafından sessizce kaçırılır ve bunu duyan Hadron hemen yollara düşer.Araştırmaları sonucu esrarengiz uçağın sahibinin kim olduğunu bulmuştur; bütün Mars’ı fethetmenin planlarını yapan ve bunu yapabilmesini sağlayacak güçlü yok edici silahları olan Jahar Jeddak’ı Tul Axtar.
Hadron, çıktığı bu kurtarma yolculuğunda uçağının arızalanmasıyla Xanator’da durmak zorunda kalır ve orada erkek kılığına girmiş köle bir kız olan Tavia ile tanışır.O günden sonraysa hem kendi duyguları hakkında çok şey değişecek hem de oldukça benzersiz maceralar yaşayacaktır Hadron.Görünmez pelerinler, görünmez uçaklar, maddeyi atomlarına ayıran ölümcül silahlar, kötülük abidesi düşmanlar…
Hadron ve Tavia karakterlerini çok sevdim.Yine keyifle okuduğum bir kitap oldu.Seri, her bir kitapta daha da gelişiyor ve güzelleşiyor.
1917 yılınca Ulysses Paxton adlı bir yüzbaşı savaş esnasında bomba faciasında yaralanıyor ve o arada gökyüzüne baktığında Mars’ı görüyor.John Carter’ın güncelerini okuduğu için az çok bilgili ve o günden beri de Mars’a ışınlanma hayalleri kuruyor derken işte o gece bir anda kendisini Mars’ta buluyor ve adı Vad Varo oluyor.
Ras Thavas adlı yaşlı bir cerrahın adasında gözlerini açıyor.Ras Thavas ise benzersiz ve ürkütücü işler yapan bir cerrah.Mesela yaşlı birinin bedenini genciyle değiştirmek veya bir maymunla insanın beyinlerini değiştirmek ve daha nicesi gibi enteresan çalışmalar yapıyor laboratuvarlarında.
Yüzbaşına Mars dilini ve kendi mesleğiyle ilgili bir çok şey öğreterek onu asistanı yapıyor derken Vad Varo deneklerinden birine aşık oluveriyor.Genç bedeni yaşlı bir insanın bedeniyle değiştirilen Valla Dia.Vad Varo bu durumu değiştireceğine dair sevdiği kıza söz veriyor, genç bedenini ondan çalan kadından geri alacak ve Valla Dia’ya geri verecek.Ancak önce Ras Thavas’ı ve daha birçok engeli aşması gerek.
Thavas’tan Phundahl’a uzanan eşsiz bir macera.Serideki okuduğum en iyi kitaptı.Konusu, karakterleri ve daha nicesiyle gerçekten benzersiz ve ilginçti.Bir günde bitiriverdim.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
John Carter, dünyaya kısa bir ziyarete geldi, eski dostunun oğluyla her geldiğinde görüşüyor zaten ancak bu sefer bir hikaye anlatacak ona.Biricik kızı Heliumlu Tara’nın ve satranca çok benzeyen ancak oynanış tarzı farklı olan Jetan oyununun hikayesini.
Böylece Tara’nın hikayesine giriş yapıyoruz.Tara fırtınalı bir sabahta macera olsun diye uçağına atladı ancak acımasız fırtına onu çok uzaklara savurdu.Bantoom adlı bir yerde buldu kendisini.Buradaki canlılar oldukça ilginçti çünkü Rykor adlı kafasız bedenlerin ve o bedenlerin beyin görevini üstlenen örümcek benzeri Kaldane’lerle karşılaştı.Tutsaklığında Ghek adlı kaldane ile arkadaş oldu, sonradan Tara’yı kurtarmak için gelen ve aralarına katılan Gathollu Gahan’ın da yardımıyla beraber oradan kaçabildiler.
Derken bu sefer de kendilerini Manator’da buldular ve burada da tutsak kaldılar ancak buradaki tutsaklıkları çok daha ilginç ve maceralıydı.Jetan oyunuyla tanıştılar, hatta birer parçası oldular.Bu arada da Gahan ve Tara arasındaki çekim yeni başlangıçlara gebe olmaya hazırdı.Peki Tara tutsaklıktan kurtulup Helium’a geri dönebilecek miydi?
Oldukça keyifli bir okumaydı.Her kitap bir macera, koşturmaca, kaçmaca, kovalamaca, dövüşmece, tutsaklık vb. şeylerle dolu ama okuması gerçekten güzel.Bu kitabı nedendir bilinmez diğerlerine nazaran daha çok sevdim hatta.
Ptarthlı Thuvia’nın aşkıyla yanan Dusar Prensi Astok, reddedilince bunu kendisine yediremez ve Heliumlu Carthoris’i de işin içine katan şeytani bir plan yapar.Çünkü bu ikilinin arasında duygusal bir yakınlık olduğunu fark edip kıskanmıştır.Thuvia’yı Aaanthor adlı ıssız bir şehre kaçırır ancak bu kaçırılışın suçlusu Carthoris sanılır Ptarth halkı tarafından.Carthoris de bu yanlışı düzeltmek için yola çıktığında, uçağının konumunun bilinçli olarak bozdurulmasıyla o da kendisini Aaanthor adlı bilinmez, eski ve antik topraklarda buluverir.
İkilimizi ise burada Torquaslı yeşil askerler, beyaz maymunlar, Banth’lar, gerçekçi ile ruhani-gerçekçi’ler, unutulmuş şehrin hayaletleri ve daha nicesi bekliyor olacak.
Carthoris, John Carter’ımızın oğlu oluyor.Bu kitaptan sonra sanırım artık John Carter esintilerini çok görmeyeceğiz ki bence iyi olmuş çünkü öylesi sıkıcı olabilirdi, serinin 11 kitap olduğu düşünülürse.Diğer üç kitaptan daha farklı ve yine akıcı olmakla birlikte güzeldi.Carthoris’in Thuvia ile kavuşması ise yeni başlangıçların yolda olduğunun habercisi gibi.Böylece Mars maceralarına tam gaz devam ediyorum.
John Carter, 12 yıl boyunca hasret kaldığı aşkına kavuşmak için büyük mücadeleler vermişti, hala da vermeye devam ediyor.Güneş Tapınağı’na hapsedilen Dejah Thoris tam kurtuldu derken kendisini Matai Shang ve Thurid’in elinde buluveriyor.John Carter ise bir an olsun sevdiğinin ve onu elinden almaya çalışan düşmanlarının peşini asla bırakmıyor.
Kaol ormanlarından, kuzeyin leş mağaralarına kadar kovalamaca sürüyor.Sith ve Apt’larla savaşıyor.Kovalamacasında yanına Thuvan Dihn’de katılıyor ve efsanevi Sarı ırkla karşılaşıyorlar.Burada yani Kadabra’da, düşmanlarına ve karısına kavuşmasına engel olacak olan yeni birisi daha ekleniyor, Salensus Oll.
John’un ne dövecek adamının ne de maceralarının sonu gelmiyor her zaman ki gibi.Şansı da hep yaver gidiyor harika bir şekilde.Okuması ise çok keyifli, insan elinden bırakamıyor.
Mars’taki oksijensizliğe son vermek üzereyken kendisini yine Dünya’da bulan John Carter, 10 yıldır Mars’a dönmeye çalışıyor ancak bir türlü başaramıyor.Derken bir 1886 gecesi, Hudson’daki dağ evinde aşkının hasretiyle yanıp tutuşurken tekrar Mars’a geri ışınlanıveriyor.
Kutsal bir cennet sanılan Dor Vadisi’nde buluyor kendisini ve cehennemden daha beter bir yer olduğunu keşfediyor.Bitki adamlar, beyaz maymunlar, yırtıcı hayvanlar olan Banth’lar, kutsal Thern’ler, siyah korsanlar ve sonsuz yaşam tanrıçası Issus ile büyük kovalamacalar ve savaşlar yaşıyor.
Tam buradan kurtulmuşken geri döndüğü Helium’da kötü haberler onu bekliyor.Bir yandan Helium halkına kutsal sandıkları Issus’un ve Iss Nehri’nin gerçek yüzünü kanıtlamaya çalışıyor, diğer yandan ise prensesinin izini sürmenin planlarını yapıyor.Tabi ki düşmanları hiç boş durmuyor ve John Carter’ımıza bitmek bilmeyen zor anlar yaşatıyorlar.Peki biricik aşkı Dejah Thoris’ine sonunda tekrar kavuşabilecek mi?
Bol kaçmalı, dövüşlü, savaşlı, tutsak olunmalı soluksuz bir maceraydı yine.Kitapları okurken Cüneyt Arkın filmleri izliyormuş hissi ise hiç bırakmıyor peşimi.Bazı anlar Yeşilçam’dan kesitler bile sunuyor hatta, özellikle baba-oğul tanışma kısmı.Güzel bir serüven şahsen, yine fena bir yerde bitti, kaldığım yerden devam ediyorum o nedenle.
Bu kitap, paralı bir asker olan Yüzbaşı John Carter’ın güncesi.Ölü bedeni, 10 yıldır Arizona’da ki bir mağarada ancak bu süreçte kendisi aslında Mars’ta.
1865 yılında tek geçim yolu olan savaş bitince parasız kalan John ve arkadaşı Powell, altın madeni araştırması yapmak için Arizona’dadırlar, o madeni sonunda bulurlar da ancak bir takım kovalamacalardan sonra John kendisini bir mağarada bulur ve ani bir halsizliğin bastırmasıyla orada uykuya dalar, gözlerini açtığındaysa kendisini Mars’ta bulur.
Bir çok türle tanışır, yaşar, savaşır ve hatta aşık bile olur.Yeşil Marslılar, Kırmızı halklar, Thark’lar, Zodanga’lılar, Helium’lular…
John, her birinden bir çok şey öğrenir ve hatta öğretir de.Güzeller güzeli Dejah Thoris ise kalbini fethetmiştir.Böylece Dünya’dan Mars’a uzanan soluksuz bir macera John’u beklemektedir.
John Carter eşittir Cüneyt Arkın desem yeridir.Bazı yerlerde bu durum absürt kaçsa da okuma zevkini azaltmıyor.Olaylar çok hızlı, dur duraksız gelişiyor ve bu nedenle soluksuz okunuyor, burası benim için bir artı oldu çünkü hızlı gelişen şeyler beni cezbeder, sevdim o yüzden.Kitapta John Carter için durumlar çok kritik bir noktada son buldu, bu nedenle seriye devam etmek şart oldu.
Bir Efsanenin Doğuşu: John Carter
Mars Prensesi, Amerikalı yazar Edgar Rice Burroughs tarafından 1912 yılında ucuz dergilerde -pulp magazine- yazılan ve bilim kurgu ile fantastik türlerini harmanlayan on bir kitaplık Barsoom serisinin ilk kitabıdır. Türünü fantastik öğelerle dolu bilim kurgu romantizmi olarak da adlandırabiliriz. Öyle zengin bir hayal gücü ürünü var ki karşımızda,
Berbat çeviri yüzünden kitabı okuyamadım. Üçüncü sayfasında bıraktım şans verilecek gibi değildi. 
Fihrist Kitap çeviriyormuş yazarın eserlerini dilerim bu serisini de çevirirler.
Seri olduğu için diğer kitabını da almıştım. Param boşa gitti. Yayınevinden aldığım diğer kitapları da okumayı erteliyorum. Çünkü bu iş sadece çeviri ile bitmiyor. Son okumacı, editör filan da inceliyor kitapları. Bu şekilde okunabildiğini düşünüp bastılarsa bu yayınevinden kitaplara devam etmeye çalışmanın anlamı yok. Laputa bu işi hobi olarak yapıyormuş. Ama hobileriniz başkasına zarar vermeye başladıysa (şu an bana ekonomik anlamda zarar verdi çünkü yayınevinden başka kitaplar da aldım) buna ya bir son vermek ya da kendinize çeki düzen vermeniz gerekir.
Disney tarafından 2012 yılında beyaz perdeye de aktarılan John Carter'ın Mars'taki maceralarını anlatan Barsoom serisi başta Carl Sagan ve James Cameron gibi birçok ünlü isme ilham kaynağı olmuştur.
Amerikan ordusunda bir yüzbaşı olan John Carter Amerikan İç Savaşı'nın bitmesiyle Arizona'da altın madeni ararken kendini hiç beklemediği bir anda Mars'ta bulur. Beş metreyi bulan boyları, yeşil tenleri ve korkutucu görünümleri ile son derece vahşi olan Mars yerlileri ile karşılaşıyor. Yükseğe zıplama, çeviklik gibi Mars'ta kazandığı yeni yetenekleri sayesinde bu vahşi topluluğun saygısını kazanıyor. Gelin görün ki Mars'ta yaşayan tek canlı türü bunlar değil. Kızıl ırk denilen ve insanlara benzeyen bir topluluk daha var. Marslılar tarafından esir alınan Mars'ın güzel prensesi Dejah Thoris'te bu kızıl ırka mensup. Carter Dejah Thoris'i görür görmez ona aşık olur ve ikisinin arasında özel bir bağ oluşur. John Carter artık giderek ölmekte olan bu gezegende hem hayatı hem de aşkı için mücadele etmek zorundadır.
Yazıldığı dönem de düşünülünce (20. yüzyılın başları) gayet başarılı bir eser. Ben okurken oldukça keyif aldım. Fantastik-Kurgu sevenlerin zevkle okuyacağı bir eser. Ayrıca izlemediyseniz Disney tarafından 2012 yılında çekilen "John Carter İki Dünya Arasında" filmini de izlemenizi öneririm.